ÜLKEMİZDE YAŞANAN EKONOMİK SORUNLAR, ÖZELLİKLE GELİR ADALETSİZLİĞİ VE TOPLUMSAL SORUNLARIMIZ NEDEN BİR TÜRLÜ DÜZELMEMEKTEDİR?
Ülkemizde ekonomik sorunlar ve özellikle gelir adaletsizliği ile toplumsal meselelerimiz bir türlü düzelmediği gibi, bunun için neler yapılması gerektiği konusundaki öneriler maalesef yeterli şekilde belirtilmemektedir. Bugün de bu konuyu sizler için inceledim.
İktisatta esasen iki belirgin görüş vardır; ekonominin devlet müdahalesi ile tek elden idare edilmesi ve tamamen serbest piyasanın işleyişine bırakılması. Bunlar iki uç sistemdir, genellikle ülkeler bu ikisinin arasında gidip gelirler.
Serbest piyasa, güçlünün daha da güçlenmesine zemin yarattığı düşüncesi ile müdahale yanlısı iktisatçılar, devletin bu adaletsizliği azaltmak için oyun sahasında olmasını desteklerler. Fakat bu görüşte olanlar için olmazsa olmaz şey; devletin doğru yapılandığı, adaletsizliği körüklemediği, imtiyazlı grupların kayrılmadığı, güçlü bir toplum ile tam demokratik bir sistemin varlığıdır. Ancak hepimizin kabul edebileceği gibi böyle bir sistemi maalesef ki dünyada çok fazla görmek mümkün değildir, görebildiklerimiz ise istisnadır.
Sistemde gerekli denge ve denetleme mekanizmaları oluşmamışsa, gücü elinde bulunduran kamu otoriteleri ve onları etkisinde bulunduran egemen unsurlar, kuralları kendi lehlerine eğerler ve bükerler. Bu durum toplumda faydanın artması yerine, azalmasına neden olur, gelir dağılımının belli kesimlere yönelerek adaletsizliğe neden olur. Serbest piyasa ekonomisine yakın olan iktisatçılar da bu tarihsel gerçekten yola çıkarak; serbest piyasayı mükemmel olduğu için değil, alternatifine göre daha iyi olduğu için savunurlar.
Bizimki gibi devletin ağırlığının yüksek olduğu ekonomilerde, denge-denetleme mekanizmalarının doğru kurgulanması çok önemlidir. Diğer türlü siyasiler tarafından ülkede demokrasi yaşanıyormuş algısı yaratılarak belli kesimlerin çıkarları savunulur. Denge ve denetleme uygulamalarının en güzel örneklerini gelişmiş ülkelerde ve özellikle Kuzey Avrupa ülkelerinde görüyoruz. Vatandaşlık bilincinin yüksek olduğu, bireyselleşmeyi başarmış insanların ödedikleri vergilerin peşinde koştukları, sandık dışında da yöneticilerinden hesap sorma mekanizmalarının çalışır olduğu ülkelerde ekonomi başarı ile işlevini görür.
Maalesef bizim gibi demokrasinin tam olarak işlemediği gelişmekte olan ülkelerde, bu sistem bir süre sonra tamamen çalışmaz hale gelebilir. İktidarı ele geçiren siyasi partilerin gücü ile orantılı biçimde devlet ile hükümet arasında çizgi ise, gün geçtikçe belirsizleşebilir, bir süre sonra devletin bütün aygıtları iktidarda olan siyasi partinin iktidarda kalması için kullanılmaya başlanabilir. Yıllar içinde tecrübelerle oluşturulmuş devlet teşkilatı bundan büyük zarar görebilir, hatta bu şekilde altı yavaş yavaş oyulabilir. Doğal olarakta bu sistem de toplumun tamamının değil, sadece imtiyazlı bir kesimin zenginleşmesine imkan sağlanır ve gelir dağılımı adaleti bozulur. Vatandaşlar sadece oy verecekleri zaman akla gelir ve oy deposu olarak görülür. Sonuçta uygulanan iktisadi politikalarla belki ekonomi ve kişi başına düşen milli gelir büyür veya büyümüş gösterilebilir, ama nihai amaç “kalkınma” olmaktan, seçim kazanmaya ve iktidarda kalmaya evrilebilir.
Sosyal yardımların ve bir takım bonusların iktidarlar tarafından özellikle seçim zamanlarında artırılmasıyla veya muhalefet tarafından vaad edilmesiyle geniş halk kitleleri ikna edilmeye çalışılır. Bu sistemin finansmanı için ise, nispeten eğitimli-kültürlü ve geliri fena olmayan orta sınıftan alınan vergiler kullanılır. Ama bu işin bedelini ödeyen orta sınıfın memnuniyeti için bir şey yapmaya gerek yoktur, çünkü o kesimi ikna etmek pek kolay değildir, çok çaba gerekir. Oysa bu gibi ülkelerde çoğunluğu oluşturan daha eğitimsiz alt gelir grubundan oy temini, dini ve milliyetçi söylemlerle çok daha kolaydır.
İyi yetiştirilmiş gençlerin yurt dışına üniversite okumak için, ya da daha iyi bir yaşam temini maksadıyla çalışmak için gitmelerinin arkasında da güdülen bu oyunun fark edilmesi ve bu strateji yatar. Maddi imkanı olmayıp kalanlar ise, milliyetçilik söylemleri ile gidenleri karalarlar, ama zaman içinde sistemi dengeleyecek güçlerin yavaş yavaş tırpanlandığını onlar da üzülerek fark ederler. Demokrasiyi sadece sandığa indirgeyen siyasi akıl, doğal olarak ülkedeki egemen gücün de işine gelir, ki seçimler arasında daha az yıpranarak, iktisadi okuryazarlığı düşük halk kitlelerini kolaylıkla ikna eder ve hesap vermeyen daha keyfi bir yönetimin sürdürülmesini sağlar. Muhalefet ise seçimi kaybettiğine üzüleceği ve tedbirler alacağı yerde, sorumluluk almadan ciddi bir maddi ve manevi imtiyaza kavuşmanın sevinciyle, oyunu aldığı halkı unutuverir ve sürdürdüğü eleştirilerin yeterli olduğunu düşünerek durumu idare eder; iş kendisini tehdide vardığında ise halk ve demokrasi aklına geliverir ve sokaklar adres gösterilir!
Halbuki bu güçler, doğru işleyen bir demokrasinin olmazsa olmazlarıdır. Kuvvetler ayrılığı ilkesinde vücut bulan yasama, yürütme ve yargının yanında bağımsız medya, sivil toplum kuruluşları ve bürokrasi de siyasi egemen güçler kadar önemlidir, ama maalesef bizim gibi az gelişmiş ülkelerde değil, sadece gelişmiş toplumlarda önemli işlevler görürler!
İşte bu önemli güçlerin artık yeterince çalışamaz hale geldiği bir durumda, sistem başka bir seviyeye düşer, otokratikleşir ve bunun karşısına dikilecek bir güç, korku yada çıkarları nedeniyle, toplumun içinden çıkamaz hale dönüşebilir. Bu gücün halk kitleleri ve/veya gençler olduğu savı, yine aynı siyasilerce savunulur durur, halbuki tarih sayfaları toplumsal gelişmeyi ve iktisadi kalkınmayı başlatanların büyük halk kitleleri değil, eğitimli-kültürlü ve belli gelir seviyesine sahip orta gelirli kesim olduğunu, bu nedenle bu kesimin siyasilerin hedefleri içinde olduklarının farkına bile varmazlar!
İnsanlar; demokratik bir toplumda barışçıl gösteriler, boykot ve grev gibi anayasal demokratik haklarını birçok demokratik kurumun iğdiş edilmesine tepki olarak kullanabilirler, ama bu ancak yerinde ve zamanında yapılırsa ve o toplumun güçlenerek demokratik bir yapıya kavuşması ile mümkündür. Eğer bu sağlanamazsa egemen güçler çıkarlarını korumaya devam edeceklerdir. Bunu başarmakta mevcut denenmiş yapılarla değil, ancak “orta direk” diye tabir edilen eğitimli-kültürlü ve belli bir gelir seviyesindeki grubun, önce iktisadi okuryazarlık seviyesini artırarak ulusal bilinç seviyesini güçlendirip haklarının farkına varması, topluma yön verebilecek seviyeye ulaşması ve demokratik haklarının peşine düşmesi ile mümkün olacaktır düşüncesindeyim.